Hiç Wunderkammer kelimesini duydunuz mu? Ya da Cabinet of Curiosity terimini? Ya da Türkçe adıyla Merak Kabinelerini? İlk kez 1500’lerin ortasında dönemin soylu aileleri; doğa, sanat ve bilim alanlarında, unicorn boynuzları, deniz kızı iskeletleri, doldurulmuş canlılar, kurutulmuş bitkiler, gök kubbe ve daha alışık olmadığımız bir çok nesneyi biriktirerek koleksiyonlar yapar, sonra da bunları özel odalarda ya da dolaplarda sergilerlermiş.
Diğer bir adıyla nadire kabinelerinin amacı, dünyadaki çeşitli ve nadir bulunan nesneleri bir araya getirerek bilgi ve estetik merakı beslemekmiş. Hatta bu kabineler günümüzdeki modern müzelerin ve bilimsel araştırmaların öncüsü olarak kabul ediliyor. Düşünsenize müzelerin temeli taaa buraya dayanıyor. Çok isterdim böyle bir dolabım olmasını, zaten anlatmaya doyamıyorum artık evimize misafirlerimiz geldiğinde tek tek tüm objeleri tanıtırdım:) Bunu yapamadığım ama zihnimin bir Nadire kabinesi gibi anılarla ve merakla dolu olduğunu düşünürsek, bugün Size yakın zamanda merak kabinem için çeşitli objeler topladığım, İsviçre’nin bir nevi doğa müzelerinden bir kaçını anlatmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi İsviçre tam bir açık hava müzesi. Büyüleyici doğası ve muhteşem manzaralarıyla dünyanın en çok yaşanabilir ülkesi. Daha önceki yazılarımda tek eksiğinin deniz olduğunu yazmıştım, göllerle olur mu bu iş demiştim. Ama insan deneyimlemediği şeyler hakkında konuşmaya, ahkam kesmeye bayılıyor. Bir kitapta okuduğum gibi; insan dünyayla kurduğu rabıtayı kendi ihtiyaçları üzerinden anlamlandırıp, neyin lüzumlu neyin lüzumsuz, neyin zarif neyin akıllıca, neyin aptalca ve neyin güzel olduğunu öyle saptırıyor. Oysa dünya elbette hiçbirimizin etrafında dönmüyor. Bazen ön yargılı, sıklıkla ön yargılı olduğumuzu kabul etmeliyiz belki de… Önceki deneyimlerimden bir gölde yüzmenin bu kadar ferahlatıcı, bir deniz kadar iyi hissettirebileceğini düşünmezdim. Ta ki Brienz’de gölde yüzene dek. Belki ruh haliniz, belki yanınızdaki insanlar, belki de yaşama arzunuz sebebiyle turkuaz sulara kendinizi bırakmak, belki de güneşin ısıttığı yerlerdeki ısı farklarını tüm vucudunuzda hissetmek bambaşka bir deneyim sundu. O yüzden bir yaz günü İsviçre Alpleri’nin Brienz köyüne yolunuz düşerse ilk tembihim serin sulara kendinizi bırakmanız.
Ahşap oymacılığıyla ünlü bu köyde yüzmenin dışında göl kenarında yürüyüş, tekne turu ya da su sporlarının tadını çıkarabilirsiniz. Bu köy ile ilgili daha çok bilgi almak ve gölün rengini gerçekten merak ederseniz bu linkten ulaşabilirsiniz.
Gelelim İsviçre’nin en ünlü köylerinden biri olarak kabul edilen Lauterbrunnen’e. Yüzüklerin Efendisi serisinin yazarı J.R.R Tolkien Orta Dünya’daki büyülü mekanları tasarlarken bu köyden ilham almış. 1911 yılında İsviçre’ye yaptığı bir gezi sırasında Lauterbrunnen vadisini ziyaret eden Tolkien, bölgenin etkileyici doğasından çok etkilenmiş ve bu deneyimini de yazdığı eserlere yansıtmış.
Köyde toplamda 72 tane şelale var ve hatta isminin anlamı da çok sayıda pınar demekmiş. Tabi içlerinden biri en meşhuru, oyuğun içine girip şelalenin arkasından yürüyebiliyorsunuz. Çok sıra olduğu ve hava 95 derece sıcak olduğu için biz yapamadık:) Gerçekten doğanın hakkını vermek isterseniz, gezi planınızı hava durumuna göre yapmanızı, hatta yaz aylarında burada olacaksanız sıcaktan ve kalabalıktan korunmak için erken saatte yola çıkmanızı şiddetle tavsiye ediyorum:)
Ayrıca köyde bisiklet sürebilir, vending machineden süt, peynir ve ekmek alarak piknik yapabilirsiniz. Trenle ulaşabildiğiniz bu köyden 2200 metredeki Mannlichen dağına teleferik ile çıkabilirsiniz. Buradaki teleferik biraz old school ve balkonlu. Merak ederseniz burada. Açık havada teleferik keyfi için denemeye değer. Ama hangi dağa çıkacağınızdan emin değilseniz bizim gibi, Grindelwald köyüne ulaşarak ana terminalden farklı destinasyonlara ulaşmakta seçeneklerden bir tanesi.
Yukarıdaki harita görebileceğiniz gibi teleferik hatlarıyla örülmüş bu merkezde, zaman-kalite-fiyat üçgeninde bir seçim yaparak birbirinden güzel yerler göreceğiniz garanti. Bizim tercihimiz olan Grindelwald’dan Mannlichen’e çıkarsanız, solunuzda meşhur dağcılık dünyasında önemli olan katil duvarı görüyorsunuz. Kuzey yüzü için Almanca terim Nordwand veya "kuzey duvarı" ve buraya tırmanmaya çalışarak mezara giren tırmanıcılar ona Mordwand veya "katil duvar" lakabını takmışlar. Gerçekten de, tırmanış 1960'lara kadar sık sık ölümlere neden olmuş. Gelişen teknolojiliyle beraber ölümler azalmış şükür ki. Unutmadan Grindelwald istasyonundan bir diğer seçenekte Grindelwald- First Cliff’e geçmek. Burada da yaklaşık 2200 metrede çelik profillerin üzerinde sky-walk yapabiliyorsunuz. Ama biz hakkımızı Mannlichen’den yana kullandık ve mutlu Alp ineklerini görmekten hiç pişman olmadık.
Teleferik ile çıkarken katil duvarların yanında tabi ki eşsiz doğa manzaralarına da şahit oluyorsunuz, özellikle bu kadar yeşili, bir arada dağı panoramik olarak görmek soluğunuzu kesiyor. İsterseniz bu noktaya teleferik ile çıkıp, peynir fondu yiyerek içeceklerinizi yudumlayabilir, ferahladıktan sonra dönüşte yürüyerek inip eşsiz manzaralara şahitlik edebilirsiniz. Ancak tabi ki hava durumu, ekipman, moodunuz tabi ki her outdoor spor gibi çok önemli.
Biz mutluluk depolarımızı bu bölgede doldurduktan sonra, önce Bern sonra Zürih ile gezimize devam ettik. Bern’de gerçekten görülmesi gereken şehirlerden. Özellikle Unesco Dünya Miras Listesindeki dar sokakları, kemerli alışveriş caddeleri ve meşhur saat kulesi görülmeye değer… Onları yazmak ise başka bir yaza kaldı benim için:) Dilerim ilham bulduğunuz, görsel olarak içinizin açıldığı kahvenizi yudumlarken keyif alacağınız bir yazı olmuştur. Yeni maceralarda görüşmek üzere:)
Cheers,
Betty.